delicate stone

Belir’in kendi adını bağırdını duymuştu ve sadece ufak bir inleme çıkartabildi ya da o öyle sandı. Ayağa kalkmak istedi ama yapamıyordu. MertAli, umutsuzluğun derinlerinde gezinirken, dizlerini kendine doğru çekti ve kafasını yukarı kaldırıp son bir eforla kalın bir çığlık atmaya çalıştı. İşe yarayıp, yaramadığını anlayamamıştı, çünkü bir anda nerdeyse imkansız bir sessizlik kaplamıştı etrafını. Ellerini birbirine çarptı, yoğun bir boğukluk dışında hiç bir ses yoktu. Kulağını tutmaya çalıştı fakat parmaklarını hissedemiyordu ama orda olduklarını biliyordu, kasılmış ve birbirlerine yapışmış on parmak.

Delirmemek için kendini tutmaya başladı, sanki onun vucüduna giren bir şeyler yavaş yavaş her şeyini elinden alıyorlardı. Eğer MertAli’nin bundan sonra aklına gelecek şey, gerçekte olan olmasaydı, muhtemelen o aklını yitiricek ve bir şekilde kendi ölümünü getirecekti. Bir anda bunun olabilitesini kendi de düşündü ve yapabilceği en mantıklı şeyi yaptı, kendisi duymasa bile bağırarak şarkı söylemeye başladı, sakat gibi duran ellerini birbirine çarparak ve onun ayağa kalkmasına izin vermeyen ayaklarıyla ritm tutarak. Kısa bir süre sonra, çok fazla uykusu olduğunu anladı, oturduğu yerde yana doğru döndü, sanki parmaklarını hissedebilmişti ama bunu umursayamadı. Gözleri tamamen kapanmaya yakın bir şey gördüğünü sandı, kendisininkinin aynı bir kafes ve içinde bir adamla bir köpek vardı. Uyku onun ilgisine izin vermedi, şarkı bitiyordu, bir kaç cümlesi kalmıştı, onları söylerken sesi kısıldı, bunu farkedebildi, ve son nakaratta artık tüm varlığıyla bir yerlerde sabitlenmişti, ama kesinlikle kafesin içinde değil.